7 Ağustos 2011 Pazar

Kızıl Yetimhane



Sessizlik, binalar için doğal bir ortam değildir. Binaların, içinde yaşayan insanlara ihtiyacı vardır. Kapılardan girip çıkan siluetler, koridorlarda ritmik bir şekilde takur tukur eden topuklar, tırabzanları tutan eller ve pencerelerden dışarı bakan yüzler olmazsa onlar da sararıp solar, hastalanıp ölürler. Ve tıpkı hayaletler gibi geri gelirler.
Büyükada’daki Christos Tepesi’nin (İsa Tepesi) üzerinde yükselen Rum Yetimhanesi bahsettiğim türden bir yapı. Dünyanın ikinci büyük ahşap yapısı olarak bilinen bina 1960’lardan itibaren boş bırakılıp göz göre göre ölüme terk edilmiş. Geçen zaman nelerini almamış ki? Bir zamanlar insanı hayallere sürükleyen kırmızı boyaları kuruyup dökülmüş, bahçesi bir düşten başka bir şey olmaması gereken bir sisle kaplanmış, camsız pencereleri hortlakların oyuk gözlerini andırır olmuş.
Bu heybetli, ahşap yapı tekdüze, kurşun renginde bir hayalete dönüşmüş.
İşte bu yüzden dayanılmaz bir kötümserlik hissi bırakıyor onu görenin üzerinde. Sisli ve sırlarla örülmüş bir görüntüsü var. İnsan yetimhane binasının karşısında durup ona baktığında hayaletlerini çağırmaya başladığını hissediyor. Burası ancak kabuslarımızda görebileceğiniz türde korkunç bir yer bile değil, kabuslarımızdan da daha korkunç bir yer.

Prinkipo Palas

Ama önce onun hikayesini öğrenmekte fayda var. Soylu fedakarlıklar, mucizevi iyileşmeler, trajik ayrılıklar, kaybedilen veya kazanılar umutlarla dolu hikayesini. Bina 1898–1899 yıllarında bir Fransız şirketi tarafından beş katlı bir otel olarak inşa edilmiş. Otelin ortaklarından biri, aynı zamanda Pera Palas’ın da ortaklarından olan Kont Maurice Bochart’tı. Prinkipo Palas adı verilen binayı kırmızı renginden ötürü ada sakinleri kendi aralarında Kızıl Saray ya da Al Palas olarak çağırırlarmış. Tıpkı Pera Palas ve Beyoğlu’ndaki birçok yapı gibi burada da mimar Alexandre Vallaury’nin imzası var. Kim bilir belki burası da Pera Palas gibi dünyanın ileri gelenlerini ağırlayacak ve tarihi bir simge haline gelecekti. Ancak Sultan Abdülhamid salonlarında iktidara karşı toplantılar yapılabilir gerekçesiyle otelin açılmasına izin vermedi ve bina birkaç sene boyunca boş kaldı.

Zarifi’nin hediyesi

Dünyanın ilk çok katlı ahşap yapısı olan bu binanın kaderinde zenginleri, görmüş geçirmiş yaşlıları, bohem sanatçıları ve balayındaki çiftleri ağırlamak yoktu, demek ki. Burası çok daha masum ve sapına kadar yürekten bir nedenle yeniden kapılarını açacaktı. Osmanlı’nın büyük bankerlerinden Leonidas Zarifi’nin dul eşi Eleni Zarifi tarafından 3700 Osmanlı altınına satın alınarak Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağışlandı. O güne kadar Balıklı Rum Hastanesi’nin bir kanadında işlev gören yetimhane de 1903 yılında buraya taşındı. Hatta Padişah da çocukların rahatı için yetimhaneye 146 altın bağışladı.
İlk açıldığı yıllarda burası yetim çocuklar için tam bir düşler bahçesiydi. Yetimhanenin ahşap süslemeli bir tiyatro salonu ve çocukların dönemin ünlü filmlerini izleyebilecekleri bir sesli sinema makinesi bile vardı. Pencereleri Sedef Adasına açılan yemekhanede Osmanlı mutfağının eşsiz yemekleri pişiyordu. Çok amaçlı, iyi düzenlenmiş kütüphanesinin raflarında çocuk kitapları sıra sıra dizilmişlerdi. Ada rüzgarından hastalanan çocuklar için reviri 24 saat açıktı. Bir de mermer merdivenli yangın kulesi vardı.

Yeniden terk edildi

Gel zaman git zaman I. Dünya Savaşı patlak verdi. Bu birçok değişimi de beraberinde getirdi. Savaş sırasında Kuleli Askeri Lisesi’nin öğrencileri de yetimhane binasında kalmaya başladılar. Savaşın ardından işgal kuvvetleri tarafından adaya yollanan Rus göçmenler odalara yerleşitiler. Sonunda yetimhane Heybeliada’ya taşınmak zorunda kaldı. İstanbul Rumlarının giderek azalmasıyla gelen gideni de azaldıı ve 1964’ten sonra Kızıl Saray bir kez daha yalnızlığa mahkum edildi.

Ağaçtaki çocuklar

Bütün bunları düşünerek bahçe kapısından içeri girdim. Ses çıkarmadan yürüyerek yetimhane binasının etrafında dolaştım. Bina içi oyulmuş devasa bir ağacı andırıyordu. Muhtemelen altı katlı iki kanadı olan beş katlı bu heybetli yapı burada yaşamış yetimler için gerçek bir ağaç evdi.
İçeri girmek tehlikeli ve korkutucu olduğu için şimdilik sadece başımı pencerelerden içeri uzatmakla yetinmek zorundaydım. İçeride gördüğüm şeyler – tavandaki oymalar, kemerli kapılar, dokundukça çıtırdayan pencere kirişleri – düşlere özgü o tuhaf tanışıklık hissini uyandırıyordu. İnsan az önce yemekhanede küçük bir çocuğun çorbasını yudumladığını gördüğüne, sınıflardan kağıt kalem seslerin, öksürüklerin ve kahkahaların yükseldiğini duyduğuna yemin edebilirdi.
Bu sıradan görüntülerin nasıl düşler yarattığına şaşmamak elde değil. Bu ahşap duvarların içinde yaşamış çocuklar, tıpkı bala yapışmış bir sinek veya buzun içinde donmuş bir mamut gibi doğa yasalarına göre çoktan bu dünyadan göçüp gitmiş olsalar da, görüntüleri ve sesleri mucizevi bir şekilde ahşabın üzerinde korunmuş gibiydi.
Bunu bir tek ben söylemiyorum. Ada sakinleri de yetimhane binasının perili olduğunu söyleyerek bana katılıyorlar. Örneğin beni tepeye kadar çıkaran faytoncu yetimhanenin ardındaki çam korusunu işaret ederek orada bazı geceler bir bebeğin ağladığını duyduğuna yemin ediyor. Uzun süre binanın içinde tutulan piyanolardan yükselen sesleri dinlemiş olanlar da var.

Kronoloji
1898-1899 yılları arasında bir Fransız şirketi tarafından Prinkipo Palas adından bir otel olarak inşa ediliyor.
1902 yılında Rum yetimhanesine çevriliyor.
1914-1918: I. Dünya Savaşı yılları. Yetimhanede Kuleli Askeri Mektebi’Nin öğrencileri kalıyor.
1918: Yetimhane binasına Rus göçmenler yerleşiyor.
1964: Yetimhane Heybeli Ada’ya taşınıyor ve bina boş kalıyor.


Zarifiler kimdir?
Zarifiler’in kökü 1800’lerin başına dayanır. İlk Zarifi Bey, Paşalimanı Adası’ndan İstanbul’a gelmiş, burada şarapçılık ve pekmez yapımıyla uğraşmış, sonrasında ise büyük bir servet sahibi olmuştu. Karısı Sultana’dan Yani adında tek bir oğlu vardı.
Bir süre sonra Yani Bey, Mora’daki Yunan ayaklanmasını desteklediği için Odessa’ya kaçmak zorunda kalmıştı Ancak oğlu Yorgo kısa zaman sonra İstanbul’u özleyecek ve geri dönmenin bir yolunu bulacaktı. Zamanla II. Abdülhamit’in mali danışmanlarından biri olacak ve Osmanlı Bankası’nın kurucuları arasına katılacaktı.
Vaktiyle otel olarak yapılan binayı yetimhane olması şartıyla Patrikhane’ye bağışlayan Eleni Zarifi ise Yorgo Zarifi’nin oğlu Leonidas’ın eşiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder